Saturday, March 6, 2010
Tuesday, August 25, 2009
ORGANLARIN BİRBİRİNE BENZEMESİ EVRİM DELİLİ OLAMAZ
Öncelikle, organlar yaratıldıkları sistemin içinde ancak eksiksiz ve kusursuz işlediklerinde faydalı olabilirler. Eksik, hatalı ve hasta organlar, içinde bulundukları sistemde sorun oluşturur, hatta canlının ölümüne varan hasarlara sebep olurlar. Bu nedenle, bir organın hiç yoktan yavaş yavaş gelişmesi asla söz konusu olamaz. Çünkü canlı organizmalar çok komplekstirler ve sistemlerindeki her parçanın ayrı ayrı mükemmel işlemesi şarttır.
E. Deniz Özsoy’un, organlardaki benzeşimden yola çıkarak evrimsel bağ kurulması konusundaki iddiası ise, hiçbir somut mantığa dayanmaz. Evrimciler farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar. Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Fakat EVRİMCİLERİN HOMOLOJİ İLE İLGİLİ İDDİALARININ CİDDİYE ALINABİLMESİ ÖNCELİKLE İÇİN BENZER ORGANLARIN, BENZER DNA ŞİFRELERİ TARAFINDAN KODLANMIŞ OLMASI GEREKİR. OYSA BU BENZER ORGANLAR, ÇOĞUNLUKLA ÇOK FARKLI GENETİK KODLAR TARAFINDAN BELİRLENMEKTEDİR, farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler.
Söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için ayrıca bu benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da birbirlerine paralel olması gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır.
Bir kurbağanın ön ayaklarında parmak vardır, insan elinde de parmak vardır, demek ki insanın atası kurbağadır veya sineklerin de kuşlarında kanatları vardır, demek ki bu iki hayvan evrimsel olarak bağlantılıdır mantığı tamamen mantık dışıdır. Bu Darwinist mantık şuna benzer; bir termit yuvası da bir gökdelen de bulundukları ortamda yüksek yapılardır, katlardan oluşurlar, havalandırma sistemleri vardır. Her ikisinde de odalar mevcuttur ve her ikisinin de kullanım amacı barınmak ve dış şartlardan korunmaktır. Her ikisinde de çok sayıda birey barınabilir. Demek ki termit yuvası ile bir gökdelen evrimsel olarak bağlantılıdır.
Konuyla ilgili olarak Avustralyalı biyokimya profesörü Michael Denton, homolojinin evrimci yorumunun genetik açmazını şöyle belirtmektedir:
Homolojinin evrimci temeli, belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür. Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir...1
Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.2
İşte Darwinistlerin homoloji yanılgısı, yani farklı canlılardaki benzer organın evrimsel bir bağlantıya işaret ettiği tezi tamamen yanlıştır. Ayrıca Darwinistlerin sadece organlar düzeyinde değil, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir. Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA şifrelerinin ya da protein yapılarının benzer olduğundan söz ederler ve bunu, bu canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerinin delili olarak yorumlarlar.
Canlıların temel yaşamsal işlevleri birbiriyle aynıdır ve insan da canlı bir bedene sahip olduğuna göre, diğer canlılardan farklı bir DNA yapısına sahip olması beklenemez. İnsan da diğer canlılar gibi proteinlerle beslenerek gelişir, onun da vücudunda kan dolaşır, hücrelerinde her an enerji üretilir. Darwinistler, eğer sözde ortak atadan evrimleşme teorisini delillendirmek istiyorlarsa, birbirinin atası olduğu iddia edilen canlıların moleküler yapılarında da bir ata-torun ilişkisi olduğunu göstermek zorundadırlar. EVRİMCİ TEZE GÖRE CANLILARIN KOMPLEKSLİKLERİNDE KADEMELİ BİR ARTIŞ YAŞANMIŞ OLMALI, BUNA PARALEL OLARAK DA GENETİK BİLGİLERİNİ OLUŞTURAN KROMOZOMLARININ SAYISININ KADEMELİ OLARAK ARTMASI BEKLENMELİDİR. FAKAT ELDE EDİLEN VERİLER BU TEZİN TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. Örneğin, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan Copepode yengecinin sadece 6 kromozomu vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan Euglena'da 45 kromozom bulunurken, Amerika'da yaşayan büyük bir timsah türü olan Alligatörde 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir canlı olan Radiolaria'da 800'den fazla kromozom vardır. Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve DNA'ları arasındaki bu kuralsız ilişkinin evrimin açıklayamadığı büyük bir sorun olduğunu şöyle ifade etmektedir:
Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akciğerli balık) ve hatta sıradan kurbağalar ve kara kurbağaları tarafından geçilen insan ise, liste başı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?3
Sonuç olarak, canlılarda benzer organların varolması, aralarında evrimsel bağlantı olduğuna işaret etmez. Her canlı Allah tarafından yaratılmıştır.
2. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.290-291
3. Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, Columbia University Press, New York & London, 1970, ss.17-18.
Monday, August 24, 2009
ARCHAEOPTERYX MÜKEMMEL BİR UÇUCU KUŞTUR
Archaeopteryx muhtemelen ilk kuşlarla ilgili olarak tüylerin ve uçuşun en eski kökeni ile ilgili pek bir şey söyleyemez, çünkü Archaeopteryx, MODERN ANLAMDA, BİR KUŞTUR. (Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 19)
- Darwinistlerin Archaeopteryx’in bir ara form olduğuna dair iddiaları büyük bir aldatmacadır.
- Archaeopteryx dişleri ve pençelerinde tırnakları olan mozaik canlıdır. Günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Touraco corythaix ve Hoatzin’de dallara tutunmaya yarayan pençeler vardır. Geçmişte aynı zamanda başka dişli kuşların yaşadığı bilinmektedir.
- Ayrıca dişler, dinozorların diş yapılarından çok farklıdır. Bu kuşların atası olduğu iddia edilen Theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de dardır.
- Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan Theropod dinozorlarının bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve aralarında hiçbir benzerlik olmadığını ortaya koymuşlardır.
- Darwinistler daha önceden uçmak için gerekli kasların tutunduğu gögüs kafesinin altında bulunan göğüs kemiğinin var olmadığını iddia etmişlerdi. Fakat 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosilinde göğüs kemiği vardı. Bu bulgu canlının uçamadığına dair tüm iddiaları ortadan kaldırmıştır.
- Archæopteryx'in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini göstermektedir.
- Archæpoteryx'in uçuş tüylerinin geometrisi modern uçucu kuşlarınki ile tamamen aynıdır, uçucu olmayan kuşların ise tüyleri simetriktir. Tüylerin kanat üzerindeki düzeni de modern kuşlarınkiyle benzerdir... Uçuş tüyleri en az 150 milyon yıldan beri durağandır (değişmemiştir). (Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 280-81)
- A. D. Walker, Archaeopteryx'in kulak bölgesini de incelemiş ve kulak yapısının günümüz kuşları ile aynı olduğunu belirtmiştir.
- Wales Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri Enstitüsü'nden J. Richard Hinchliffe embriyolar üzerinde modern izotopik teknik kullanarak, kuşların kanatlarının II, III ve IV. parmaklardan oluşurken, Theropod dinozorlarının ellerinin I, II ve III. parmaklardan oluştuğunu saptamıştır. Bu Archæopteryx-dinozor bağlantısını savunanlar için büyük bir problemdir. Hinchliffe'nin araştırma ve gözlemleri, ünlü bilim dergisi Science'ın 1997 yılındaki bir sayısında yayınlanmıştır.
- Archæopteryx'in atası olarak gösterilen theropod dinozorları, aslında Archæopteryx'ten daha gençtirler.
- En önemlisi, ARCHÆOPTERYX İLE AYNI DÖNEMDE YAŞAMIŞ OLAN MÜKEMMEL UÇUCU KUŞLARIN BULUNMASIDIR. 140 milyon yıllık LIAONINGORNIS ve 120 milyon yıllık CONFUCIUSORNIS mükemmel birer uçucu kuşturlar.
Sunday, August 23, 2009
SCIENTIFIC AMERICAN: "IDA ARA FORM DEĞİLDİR"


Darwinist David Attenborough, geçtiğimiz günlerde çarpıcı bir buluş iddiasıyla ortaya çıktı! İddiasına göre, insanın hayali evrimindeki “kayıp halka” artık kayıp değildi! Oysa, özel yayınlar ve tanıtımlarla insanlara olağanüstü bir buluşmuş gibi sunulan fosil “Ida”, aslında sadece soyu tükenmiş bir lemura aitti.
Fosil Ida, oldukça kapsamlı bir propagandayla ABC, BBC, Guardian gibi çeşitli internet sitelerinde “insanın atası” olarak lanse edilmeye çalışıldı. Bu öyle bir propagandaydı ki, tüm Darwinist yayınlar el birliğiyle bunun gerçekten de beklenen ama bir türlü elde edilemeyen fosil olduğunda hemfikirlerdi. Fakat ele geçentek şey, oldukça iyi şekilde korunmuş bir lemur fosilinden başka bir şey değildi. Peki Darwinistler Almanya’da bulunan ve yaklaşık 47 milyon yıllık olduğu tahmin edilen bir lemur fosilini hangi iddiayla insanın atası ilan etmişlerdi?
Darwinistlerin fosil üzerinde spekülasyonlarına sebep olan şey, fosil üzerindeBULMADIKLARIYDI! Fosil bir lemura aitti, fakat günümüz lemurlarından biraz daha farklı diş ve pençe yapısına sahipti. Dolayısıyla geçmişte yaşamış ve soyu tükenmiş bir lemur türünü temsil ediyordu. İşte tüm Darwinist yaygara, bunun üzerine bina edilmişti.
%95’i korunmuş ve iç organları bile fosilleşmiş olan bu canlı, aslında mükemmel bir canlı idi. Yapısında tek bir tane bile yarı gelişmiş, eksik veya işlevsiz yapı yer almamaktaydı. Dolayısıyla bir ara form olarak kabul edilmesi imkansızdı. Fakat buna rağmen Darwinist medya, bu mükemmel fosili ara form ilan edip olay haline getirdi. Science Daily fosil için “olağandışı” açıklamasını yapıyordu. Sky News ise daha da ileri giderek fosili “dünyanın sekizinci harikası” ilan etmişti. Darwinist David Attenborough, “bu canlı bize diğer memelilerle olan bağlantımızı gösterecek” diyor ve ardından, “kayıp olduğu söylenen halka, artık kayıp değil” açıklamasını yapıyordu. Attenborough, bu ifadesiyle aslında açıkça, insanın hayali evrimine yıllardır kayıp halka olarak gösterilen kafataslarının geçersizliğini de bir bakıma kabul etmiş oluyordu. Yanıldığı nokta ise, mükemmel bir lemur fosilini insanın atası zannetmesiydi.
Darwinistlerin bazıları bile, bu yaygarayı garipsediler. Nature dergisinin baş editörü Darwinist Henry Gee, “kayıp halka” teriminin bu canlı için kullanılmasının yanıltıcı olacağını açık bir dille ifade etmişti. Ve bu açıklama haberin verildiği tüm Darwinist kaynaklarda belirtilmekteydi.
Bütün bu yaygaralar koparılırken, ortaya çıkan tablo tam olarak şu gerçeği tüm dünyaya gösteriyordu: DARWİNİSTLERİN ZAVALLILIĞINI. Durumlarının çaresiz olduğunun farkına varan Darwinistler, soyu tükenmiş mükemmel bir lemur fosilini alıp, “insanın atası” diyecek kadar zavallılaşmışlardır. Ida'nın bir "kayıp halka" olmadığı ve hiç bir ara form özelliği göstermediği Ağustos 2009 tarihli Scientific American dergisinde de itiraf edilmiştir.
Darwinistlerin bu fosil üzerinde yaptıkları tüm spekülasyonlar, “bu özellik insana benziyor” gibi tümüyle bilimsellikten uzak bir mantığa dayanmaktadır. Canlılar elbette birbirlerine benzerlik gösterirler. Fakat bu sahte evrimin kanıtı değildir. Darwinistler benzerlikleri hayali evrimin delili olarak sunacaklarına, gerçek bir ara fosil getirmeli, canlıda gelişmekte olan eksik, yarı gelişmiş, anormal yapıları göstermelidirler. Ancak böyle bir şeyi yapabilmeleri imkansızdır. Çünkü bu lemur da, tüm diğer canlılar gibi, Yüce Rabbimiz tarafından yoktan ve mükemmel hali ile yaratılmıştır. Fosiller bunu kanıtlamaktadır.