for more information

visit www.harunyahya.com

Thursday, August 27, 2009

RASTGELE MUTASYONLAR CANLILIĞI YOK EDER, BİRBİRİYLE UYUMLU ORGANLAR MEYDANA GETİREMEZLER

Darwinistler, canlıların tesadüfi mutasyonlar sonucu evrimleştiklerini ve kör ve şuursuz mutasyonların şu an yeryüzünde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğini meydana getirdiğini iddia ederler.

Bu iddia ciddi bir mantık hezimetidir.

Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar, bozulmalar ve yer değiştirmelerdir. MUTASYONLAR %99 ORANINDA ORGANİZMAYA ZARAR VERİRLER. %1 oranında etkisizdirler. Herhangi bir organizmaya FAYDA SAĞLAMIŞ HERHANGİ BİR MUTASYON TESPİT EDİLMEMİŞTİR. Dahası,

  • Darwinistlerin iddiasına göre, mutasyon, vücudun her yerinde orantılı ve birbirine uyumlu değişiklikler yapmak zorundadır.
  • Örneğin evrimcilerin iddiasına göre rastgele mutasyonlarla sağ tarafta iddia ettikleri şekilde kulak oluştuysa, sol tarafta da rastgele mutasyonların aynı simetride aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulağın oluşturması gerekir. Örs, çekiç, üzengi her birinin aynı şekilde mükemmel olarak eşit şekilde meydana gelmesi gerekir.
  • Rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını iki tarafta da aynı şekilde oluşturması gerekir. Darwinistlerin iddiasına göre mutlaka mutasyonların bütün kapakçıkları, kulakçıkları eşit uyumda, hatasız, tam yerli yerinde ve aynı anda meydana getirmesi gerekir. Vücudun her bir organında bunun bu şekilde olması gerekir.
  • Yoksa büyük çelişkiler olur, bir kulağı ters, bir dişi farklı, tek gözü alnında tek gözü burunda garip yapıların meydana gelmesi gerekir. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistlerin iddiasına göre mutasyonların her şeyi simetrik ve uyumlu şekilde meydana getirmesi geremektedir.
  • Fakat % 99’u zararlı, %1’i etkisiz mutasyonların faydalı olması; akılcı, uyumlu, simetrik, organları aynı anda meydana getirebilmeleri imkansızdır.
  • Mutasyonlar düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Tek bir tanesinin etkisiz kalması veya vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur.

Tuesday, August 25, 2009

ORGANLARIN BİRBİRİNE BENZEMESİ EVRİM DELİLİ OLAMAZ

14 Ağustos 2009 tarihinde Sansürsüz programında, Ergi Deniz Özsoy’un yanılgılarından biri de, farklı canlılardaki organ benzerlikleri ile ilgilidir. Özsoy’un “organlar farklı zamanlarda değişime uğrar. Farklı organlardaki benzeşimden yola çıkarak evrimsel bir bağ kurarız” sözleriyle ifade ettiği Darwinist yanılgı, akla ve mantığa uygun olmayan bir düşünce sistemi örneğidir.

Öncelikle, organlar yaratıldıkları sistemin içinde ancak eksiksiz ve kusursuz işlediklerinde faydalı olabilirler. Eksik, hatalı ve hasta organlar, içinde bulundukları sistemde sorun oluşturur, hatta canlının ölümüne varan hasarlara sebep olurlar. Bu nedenle, bir organın hiç yoktan yavaş yavaş gelişmesi asla söz konusu olamaz. Çünkü canlı organizmalar çok komplekstirler ve sistemlerindeki her parçanın ayrı ayrı mükemmel işlemesi şarttır.

E. Deniz Özsoy’un, organlardaki benzeşimden yola çıkarak evrimsel bağ kurulması konusundaki iddiası ise, hiçbir somut mantığa dayanmaz. Evrimciler farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar. Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Fakat EVRİMCİLERİN HOMOLOJİ İLE İLGİLİ İDDİALARININ CİDDİYE ALINABİLMESİ ÖNCELİKLE İÇİN BENZER ORGANLARIN, BENZER DNA ŞİFRELERİ TARAFINDAN KODLANMIŞ OLMASI GEREKİR. OYSA BU BENZER ORGANLAR, ÇOĞUNLUKLA ÇOK FARKLI GENETİK KODLAR TARAFINDAN BELİRLENMEKTEDİR, farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler.

Söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için ayrıca bu benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da birbirlerine paralel olması gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır.

Bir kurbağanın ön ayaklarında parmak vardır, insan elinde de parmak vardır, demek ki insanın atası kurbağadır veya sineklerin de kuşlarında kanatları vardır, demek ki bu iki hayvan evrimsel olarak bağlantılıdır mantığı tamamen mantık dışıdır. Bu Darwinist mantık şuna benzer; bir termit yuvası da bir gökdelen de bulundukları ortamda yüksek yapılardır, katlardan oluşurlar, havalandırma sistemleri vardır. Her ikisinde de odalar mevcuttur ve her ikisinin de kullanım amacı barınmak ve dış şartlardan korunmaktır. Her ikisinde de çok sayıda birey barınabilir. Demek ki termit yuvası ile bir gökdelen evrimsel olarak bağlantılıdır.

Konuyla ilgili olarak Avustralyalı biyokimya profesörü Michael Denton, homolojinin evrimci yorumunun genetik açmazını şöyle belirtmektedir:

Homolojinin evrimci temeli, belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür. Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir...1

Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.2


İşte Darwinistlerin homoloji yanılgısı, yani farklı canlılardaki benzer organın evrimsel bir bağlantıya işaret ettiği tezi tamamen yanlıştır. Ayrıca Darwinistlerin sadece organlar düzeyinde değil, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir. Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA şifrelerinin ya da protein yapılarının benzer olduğundan söz ederler ve bunu, bu canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerinin delili olarak yorumlarlar.

Canlıların temel yaşamsal işlevleri birbiriyle aynıdır ve insan da canlı bir bedene sahip olduğuna göre, diğer canlılardan farklı bir DNA yapısına sahip olması beklenemez. İnsan da diğer canlılar gibi proteinlerle beslenerek gelişir, onun da vücudunda kan dolaşır, hücrelerinde her an enerji üretilir. Darwinistler, eğer sözde ortak atadan evrimleşme teorisini delillendirmek istiyorlarsa, birbirinin atası olduğu iddia edilen canlıların moleküler yapılarında da bir ata-torun ilişkisi olduğunu göstermek zorundadırlar. EVRİMCİ TEZE GÖRE CANLILARIN KOMPLEKSLİKLERİNDE KADEMELİ BİR ARTIŞ YAŞANMIŞ OLMALI, BUNA PARALEL OLARAK DA GENETİK BİLGİLERİNİ OLUŞTURAN KROMOZOMLARININ SAYISININ KADEMELİ OLARAK ARTMASI BEKLENMELİDİR. FAKAT ELDE EDİLEN VERİLER BU TEZİN TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. Örneğin, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan Copepode yengecinin sadece 6 kromozomu vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan Euglena'da 45 kromozom bulunurken, Amerika'da yaşayan büyük bir timsah türü olan Alligatörde 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir canlı olan Radiolaria'da 800'den fazla kromozom vardır. Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve DNA'ları arasındaki bu kuralsız ilişkinin evrimin açıklayamadığı büyük bir sorun olduğunu şöyle ifade etmektedir:

Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akciğerli balık) ve hatta sıradan kurbağalar ve kara kurbağaları tarafından geçilen insan ise, liste başı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?3

Sonuç olarak, canlılarda benzer organların varolması, aralarında evrimsel bağlantı olduğuna işaret etmez. Her canlı Allah tarafından yaratılmıştır.

1. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.145
2. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.290-291
3. Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, Columbia University Press, New York & London, 1970, ss.17-18.

VİRÜSLER EVRİM GEÇİRMEZ, SAHTE EVRİMİN KANITI DEĞİLDİRLER

14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan Sansürsüz programında, virüslerin mutasyon geçirmesinin, canlıların evrimle meydana gelemesine delil olduğu yanılgısı gündeme gelmiştir. Katılımcılardan Ender Helvacıoğlu, domuz gribi ve kuş gribi gibi hastalıkların virüslerinin, kendi kendine oluştuğu iddiasına değinmiştir.

Virüsler, bilinen canlı hücrelerinden farklı organizmalardır ve hayatta kalabilmek için mutlaka bir canlı hücresine ihtiyaç duyarlar. Virüsler, organelleri olmayan protein kılıflarından ibarettirler. Virüslerde de DNA ve RNA yapıları mevcuttur ve bu yapılarda zaman zaman mutasyonlar meydana gelir. Virüslerde meydana gelen mutasyonların, diğer canlı hücrelerinde meydana gelen mutasyonlardan farkı, virüslerde meydana gelen mutasyonların çoğunun virüslere bir zarar vermemesidir. Çünkü virüsler, tek başına fonksiyonel bir özelliğe sahip değildirler, işlev gösterebilmeleri için mutlaka bir başka hücreye yerleşip onun imkanlarından faydalanmaları gerekmektedir. Fakat diğer organizmalar için durum farklıdır. Örneğin aynı mutasyonların meydana geldiği bir bakteri hücresi derhal hastalanacak ve ölecektir.

Darwinistler, virüslerde meydana gelen mutasyonları, kendi teorilerine delil göstermeye çabalamaktadırlar. Bunun için tek dayanak noktaları söz konusu mutasyonların virüse zarar vermemesidir. Oysa mutasyonlar ne kadar fazla gerçekleşirse gerçekleşsin, virüsler hiçbir şekilde bir başka canlıya dönüşmemektedirler. Meydana gelen mutasyonlar sonucunda milyonlarca yıldır hiçbir virüste yavaş yavaş organeller oluşmaya başlamamıştır, virüs bir prokaryot hücreye dönüşmemiştir. Virüsler tarih boyunca içinde DNA barındıran protein kılıfları olarak kalmışlardır. Çünkü MUTASYONLAR DNA YAPISINA YENİ BİRŞEY EKLEYEMEZ VE CANLIYA YENİ ÖZELLİKLER KAZANDIRAMAZLAR. Ayrıca virüslerde meydana gelen mutasyonlar, yalnızca belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan ibarettir.

Virüslerle ilgili, programda bahsedilen diğer konu ise, domuz gribi gibi virüs kaynaklı hastalıkların kendiliğinden oluştuğu yanılgısıdır. Domuz gribine yol açan ve insanlara da bulaşabilen A/H1N1 virüsü, kuş gribi, insan gribi ve domuz gribi virüslerinin birleşimiyle oluşmuş bir virüstür. Bu virüsün oluşabilmesi için çok önemli bir şart vardır. A/H1N1 virüsü, ancak domuzların solunum yollarındaki reseptörlerde oluşabilir. Yani domuzların solunum yollarındaki özel reseptörler olmadan, doğada bu virüs kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla Ender Helvacıoğlu’nun bu konuda vermiş olduğu bilgi hatalıdır. Ayrıca A/H1N1 virüsünün bu reseptörlerde oluşması için, yukarıda da saydığımız 3 virüsün yani kuş gribi, domuz gribi ve insan gribi virüslerinin zaten mükemmel şekilde var olmaları gerekir. Dolayısıyla burada hiç yoktan kendi kendine meydana gelen bir yapı yoktur.

Yüce Allah her canlıyı mükemmel olarak yaratmıştır ve canlılar, hiçbir değişime uğramadan tarih boyunca en mükemmel halleriyle var olmuşlardır. Darwinizm’in en büyük açması, bu gerçeğin apaçık ortada oluşudur.

Monday, August 24, 2009

ARCHAEOPTERYX MÜKEMMEL BİR UÇUCU KUŞTUR


Archaeopteryx muhtemelen ilk kuşlarla ilgili olarak tüylerin ve uçuşun en eski kökeni ile ilgili pek bir şey söyleyemez, çünkü Archaeopteryx, MODERN ANLAMDA, BİR KUŞTUR. (Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 19)

  • Darwinistlerin Archaeopteryx’in bir ara form olduğuna dair iddiaları büyük bir aldatmacadır.
  • Archaeopteryx dişleri ve pençelerinde tırnakları olan mozaik canlıdır. Günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Touraco corythaix ve Hoatzin’de dallara tutunmaya yarayan pençeler vardır. Geçmişte aynı zamanda başka dişli kuşların yaşadığı bilinmektedir.
  • Ayrıca dişler, dinozorların diş yapılarından çok farklıdır. Bu kuşların atası olduğu iddia edilen Theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de dardır.
  • Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan Theropod dinozorlarının bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve aralarında hiçbir benzerlik olmadığını ortaya koymuşlardır.
  • Darwinistler daha önceden uçmak için gerekli kasların tutunduğu gögüs kafesinin altında bulunan göğüs kemiğinin var olmadığını iddia etmişlerdi. Fakat 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosilinde göğüs kemiği vardı. Bu bulgu canlının uçamadığına dair tüm iddiaları ortadan kaldırmıştır.
  • Archæopteryx'in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini göstermektedir.
  • Archæpoteryx'in uçuş tüylerinin geometrisi modern uçucu kuşlarınki ile tamamen aynıdır, uçucu olmayan kuşların ise tüyleri simetriktir. Tüylerin kanat üzerindeki düzeni de modern kuşlarınkiyle benzerdir... Uçuş tüyleri en az 150 milyon yıldan beri durağandır (değişmemiştir). (Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 280-81)
  • A. D. Walker, Archaeopteryx'in kulak bölgesini de incelemiş ve kulak yapısının günümüz kuşları ile aynı olduğunu belirtmiştir.
  • Wales Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri Enstitüsü'nden J. Richard Hinchliffe embriyolar üzerinde modern izotopik teknik kullanarak, kuşların kanatlarının II, III ve IV. parmaklardan oluşurken, Theropod dinozorlarının ellerinin I, II ve III. parmaklardan oluştuğunu saptamıştır. Bu Archæopteryx-dinozor bağlantısını savunanlar için büyük bir problemdir. Hinchliffe'nin araştırma ve gözlemleri, ünlü bilim dergisi Science'ın 1997 yılındaki bir sayısında yayınlanmıştır.
  • Archæopteryx'in atası olarak gösterilen theropod dinozorları, aslında Archæopteryx'ten daha gençtirler.
  • En önemlisi, ARCHÆOPTERYX İLE AYNI DÖNEMDE YAŞAMIŞ OLAN MÜKEMMEL UÇUCU KUŞLARIN BULUNMASIDIR. 140 milyon yıllık LIAONINGORNIS ve 120 milyon yıllık CONFUCIUSORNIS mükemmel birer uçucu kuşturlar.

Darwinistlerin masallarını anlatan bir video

EVRİMCİLER NE DEMİŞLERDİ, NASIL YALANLANDI 2

Haeckel’in embriyo çizimleri:
Ne demişlerdi:
Haeckel’in çizimlerine bakarak insanın anne karnındaki gelişim evrelerinde kurbağadan insan ceninine sözde bir evrim geçirdiğini, türler arasında da bu tür bir evrimleşmenin yaşanmakta olduğunu iddia etmişlerdir.
Ne oldu:
Haeckel’in embriyo çizimlerinin sahte olduğu, farklı canlıların embriyo resimlerini kullanarak kasıtlı olarak insan embriyosu gibi gösterdiği anlaşıldı. Haeckel sahtekarlığını şöyle itiraf etti:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş, şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor. (Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s.204)
At serisi:
Ne demişlerdi:
50 milyon yıl önce dört tırnaklı tilki büyüklüğündeki bir canlıdan bugünkü atın oluştuğunu iddia ettiler ve bunun için soyu tükenmiş birbirleri ile hiçbir tür bağlantısı olmayan canlıları kendilerine göre gitgide boyları büyüyen, fakat tırnak sayıları azalan bir canlı sıralaması yapıp at serileri oluşturdular.
Ne oldu:
Yeni bulunan fosiller nedeniyle at serisi defalarca değiştirildi. Sonunda farklı tarihlere ait farklı tırnak sayısında farklı canlıların oluşturduğu at serisinin bir sahtekarlık olduğu ortaya çıktı. 47 milyon yıllık at kafatasının bulunmasıyla da sahtekarlık iyice ortaya çıktı.
Archaeopteryx:
Ne demişlerdi:
Fosilin pençelerinde tırnakları ve ağzında dişleri olduğu için dinozorlardan kuşlara ara form olduğunu iddia etmişlerdi.
Ne oldu:
Science dergisinin ve pek çok Darwinist’in itiraf etmiş olduğu gibi, canlının mükemmel uçma yeteneğine sahip olan bir kuş olduğu ortaya çıktı. Archeaopteryx ile aynı dönemde yaşamış mükemmel kuşların fosilleri ortaya çıktı. Liaoningornis ve Confuciusornis, Archaeopteryx ile aynı dönemde yaşamış mükemmel kuşlardır.
Sanayi devrimi kelebekleri
Ne demişlerdi:
İngiltere’de sanayi devrimi sırasında, koyulaşan ağaç kabukları üzerinde açık renkli kelebeklerin kuşlar tarafından avlandıkları, koyu renkli kelebeklerin doğal seleksiyonla seçildiklerini ve bu durumun iş başında evrime bir delil teşkil ettiğini söylemişlerdi.
Ne oldu:
Güvelerin hiçbir zaman gündüz ortalığa çıkmadıkları ve ağaç kabuklarına hiçbir zaman konmadıkları, ağaçların görünmeyen iç kavuklarında saklandıklarının ortaya çıkması üzerine yapılan araştırmada koyu renkli kelebeklerin, ağaç kabuklarının üzerine Darwinist bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell tarafından yapıştırıldıkları anlaşıldı.

EVRİMCİLER NE DEMİŞLERDİ, NASIL YALANLANDI 1

Piltdown adamı:
Ne demişlerdi:
İnsanın hayali evrimine en büyük delil demişlerdi. İnsanın atası olarak 40 yıl British Museum’da sergilendi.
Ne oldu:
Günümüz insan kafatasına 500 yıllık bir orangutan çenesinin monte edilmesiyle, dişlerin törpülenip, kafatasının potasyum dikromat ile eskitilmesi yöntemi ile hazırlanmış bir fosil olduğu, tarihin en büyük sahtekarlığı olduğu ortaya çıktı.
Nebraska adamı:
Ne demişlerdi:
İnsanın hayali maymun atası olduğunu iddia etmiş ve Nebraska adamını bütün ailesiyle resmetmişlerdi.
Ne oldu:
Nebraska adamı denen şeyin, yalnızca soyu tükenmiş bir domuz dişinden ibaret olduğu anlaşıldı.
Coelacant:
Ne demişlerdi:
Akciğerleri ve ayakları oluşmakta olan, denizden karaya çıkmak üzere olan soyu tükenmiş bir ara form demişlerdi.
Ne oldu:
Canlısı günümüzde defalarca bulundu. Akciğer dedikleri şeyin yağ kesesi, ayak dedikleri şeyin de yüzgeçler olduğu, sığ sulara hiç çıkamayan mükemmel bir dip balığı olduğu anlaşıldı.
Lucy:
Ne demişlerdi:
İnsanın en eski maymun atalarından biri olduğunu iddia etmişlerdi.
Ne oldu:
Canlının fosili üzerinde yapılan inceleme neticesinde yürüyüşü dahil bütün özelliklerin şempanzelere özgü olduğu ve Lucy’nin bir şempanze olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.
İda:
Ne demişlerdi:
% 95’i korunmuş olan fosilinden tam bir lemur olduğu anlaşılan canlının, başparmağının bükülebilmesi ve tırnaklarının olması nedeniyle “insanın atası” ilan etmişlerdi.
Ne oldu:
Bükülen başparmak ve tırnak özelliklerinin primatlara özgü bir özellik olduğu söz konusu fosilin soyu tükenmiş bir lemur olduğu anlaşıldı. Darwinist bilim adamları, bu fosilin insanın evrimine delil gösterilmesini “maskaralık”, “medya sirki”, “utanç kaynağı”, “saçmalık”, “evrim için bir açmaz” olarak nitelendirmişlerdir.

Sunday, August 23, 2009

Gözün Evrimleştiğine Dair İddiaların Geçersizliği

öz, mükemmel indirgenemez komplekslikteki yapısıyla Darwin’in de, ondan sonra gelen Darwinistlerin de açıklayamadıkları konuların en önemlilerinden biridir. Darwin, 19. yüzyılın son derece ilkel bilgisi ile “gözü düşünmek beni bu teoriden soğuttu” diyecek kadar büyük bir paniğe kapılmıştır. Günümüz Darwinistleri ise gitgide artan bu paniğin etkisiyle gözün indirgenemez bir kompleksliğinin olmadığını iddia etmekte çözümü bulmuşlardır. Celal Şengör’ün de iddiası budur. Celal Şengör, terliksi hayvanlarda bile ışığa duyarlı yapılar bulunduğunu iddia ederek, bunun ilkel göz olduğunu ve kompleks gözlerin bu sözde ilkel yapıdan evrimleştiğini iddia etmektedir. Bu geçersiz bir iddiadır çünkü:
- Şengör’ün ve diğer Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde ışığa duyarlı hücre, ilkel göz değildir. Darwinistler, tıpkı terliksi hayvanın oluşumunu açıklayamadıkları gibi, bu canlıdaki ışığa duyarlı yapıyı da kesin olarak açıklayamazlar. Nitekim döneminde söz konusu yapıların kompleksliğinin tam olarak farkında olmayan Darwin bile, bu konuda şu itirafı yapmaktadır.
“Sinirlerin ışığa nasıl hassas olduğu bizleri yaşamın nasıl meydana geldiği sorusundan daha çok endişelendirmektedir.”[1]
- En basit şekliyle dahi olsa, "görme"nin oluşabilmesi için, bir canlının bazı hücrelerinin ışığa duyarlı hale gelmesi, bu duyarlılığı elektriksel sinyallere aktaracak bir yeteneğe sahip olması, bu hücrelerden beyne gidecek olan özel sinir ağının oluşması ve beyinde de bu bilgiyi değerlendirecek bir "görme merkezi"nin meydana gelmesi gerekir.
- Işığa duyarlı hücre, ilk veya ilkel göz değildir. Bu hücreden kompleks gözün aşama aşama evrimleştiği iddiası da aldatmacadır. Günümüzden 530 milyon yıl önce bütün canlı özelliklerinin ve kompleks canlıların ortaya çıktığı Kambriyen döneminde yaşamış olan trilobitin gözü, günümüz sinek ve yusufçuklarında bulunan mükemmel petek gözün AYNISIDIR. Bu dönemden önce yeryüzünde SADECE BAKTERİLER VARDIR. Işığa hassas bir hücre veya ondan bir geçiş söz konusu değildir.
- İnsana ait mükemmel göz, parçalarının ayrı ayrı evrimleşmesini imkansız hale getirecek kadar kompleks bir yapıda sahiptir. Gözü oluşturan 40 ayrı parçanın, gözün işlevini gerçekleştirebilmesi için mutlaka bir arada olması şarttır.
- Retina vücuttaki en kompleks doku olarak tanımlanmaktadır. Milyonlarca sinir hücresi retina üzerinde olağanüstü bağlantılar oluşturup minyatür beyin oluşturmaktadırlar. Gözdeki yalnızca retina tabakasının bile tesadüfen kendi kendine meydana gelmesi imkansızdır.
- Kornea ve retina neredeyse milimetrenin binde biri çapla daireler halinde sürekli hareket ederler. Yalnızca bu göz hareketleri dursaydı, retinada ışığa duyarlı hücreler hemen sabitlenir, beyne bilgi göndermeyi durdururdu. Bu da algılanan görüntünün birkaç saniye içinde silinmesine neden olurdu.
- Yalnızca göz sıvısının olmaması bile gözün işlevini yitirmesi için yeterlidir.
- Görüntülerin kaliteli olmasının sebebi bu görüntülerdeki hareketlerin ve renklerin, en ince detayına kadar sürekli güncellenmesi ve “bu harekette bir kesinti” olduğu neredeyse hiç fark edilmeden, inanılmaz hızla gerçekleşmesidir.
- Gözümüzün ve beynimizin süratli verimliliği ve kusursuzluğu, şimdiye dek icat olunmuş herhangi bir aygıt ya da cihazla kıyaslanamayacak kadar benzersizdir.
- Gözü oluşturan 40 ayrı parça, birlikte hareket ederek bir mili saniyede 1,5 milyon elektrik sinyali mesajını yakalar, yerine teslim eder ve yorumlarlar. Buna sadece benzer bir görevi yapabilmek için süper bilgisayarlardan düzinelercesinin kusursuzca programlanarak, hiç hata yapmadan birlikte çalışmaları gerekirdi.
19. yüzyılın bilgisi ve teknolojisiyle bile kendisini oldukça rahatsız eden göz hakkında Darwin şu itirafları yapmıştır:
“Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri bırakılacak ışık tutarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün doğal seçme ile oluşabildiğini düşünmenin EN ILERI DERECEDE SAÇMALAMAK gibi göründüğünü açık yürekle itiraf ederim…”[2]
Gelişmiş bir göz bana soğuk bir titreme veriyor. Ama aşamalarla gelişen diğer örnekleri düşündükçe, sağduyum bana bu soğuk titremeyi yenmem gerektiğini söylüyor.[3]
Gözün meydana gelişi... Böyle bir zorlukla yüz yüze gelmemenin gerçekten de sahtekarca olduğunu düşünüyorum.[4]
Çok sayıda, birbirini izleyen ve küçük değişikliklerle oluşamayacak bileşik bir organın varlığı gösterilebilseydi, teorim kesinlikle çökerdi.[5]
Göz gibi indirgenemez komplekslikteki olağanüstü organ karşısında panik içinde olan Richard Dawkins de, şu itirafta bulunmuştur.
“... göz gibi komplike, GÖRÜNÜR ŞEKİLDE TASARLANMIŞ objelerin meydana gelişinde aşamalı bir evrim süreci olmalıdır. Eğer bu durumlarda da aşamalı olarak gerçekleşmezse, o zaman EVRİMİN AÇIKLAYICI GÜCÜ KALMAZ. Eğer aşamalar yoksa mucize olması muhtemeldir...”[6]



[1] Charles Darwin, Origin of Species, 6. Baskı, 1988, New York University Press, New York, s.151
[2] Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, 5. baskı, Ankara, 1996, s.198
[3] Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s.67
[4] Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, s.84
[5] Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s.202
[6] Richard Dawkins, River Out of Eden, Basic Books, New York, 1995, s.83

SCIENTIFIC AMERICAN: "IDA ARA FORM DEĞİLDİR"

HAYALİ 'KAYIP HALKA' IDA HAKKINDA DARWİNİSTLERİN HİÇ BAHSETMEDİĞİ ASIL GERÇEKLER

Darwinist David Attenborough, geçtiğimiz günlerde çarpıcı bir buluş iddiasıyla ortaya çıktı! İddiasına göre, insanın hayali evrimindeki “kayıp halka” artık kayıp değildi! Oysa, özel yayınlar ve tanıtımlarla insanlara olağanüstü bir buluşmuş gibi sunulan fosil “Ida”, aslında sadece soyu tükenmiş bir lemura aitti.

Fosil Ida, oldukça kapsamlı bir propagandayla ABC, BBC, Guardian gibi çeşitli internet sitelerinde “insanın atası” olarak lanse edilmeye çalışıldı. Bu öyle bir propagandaydı ki, tüm Darwinist yayınlar el birliğiyle bunun gerçekten de beklenen ama bir türlü elde edilemeyen fosil olduğunda hemfikirlerdi. Fakat ele geçentek şey, oldukça iyi şekilde korunmuş bir lemur fosilinden başka bir şey değildi. Peki Darwinistler Almanya’da bulunan ve yaklaşık 47 milyon yıllık olduğu tahmin edilen bir lemur fosilini hangi iddiayla insanın atası ilan etmişlerdi?

Darwinistlerin fosil üzerinde spekülasyonlarına sebep olan şey, fosil üzerindeBULMADIKLARIYDI! Fosil bir lemura aitti, fakat günümüz lemurlarından biraz daha farklı diş ve pençe yapısına sahipti. Dolayısıyla geçmişte yaşamış ve soyu tükenmiş bir lemur türünü temsil ediyordu. İşte tüm Darwinist yaygara, bunun üzerine bina edilmişti.

%95’i korunmuş ve iç organları bile fosilleşmiş olan bu canlı, aslında mükemmel bir canlı idi. Yapısında tek bir tane bile yarı gelişmiş, eksik veya işlevsiz yapı yer almamaktaydı. Dolayısıyla bir ara form olarak kabul edilmesi imkansızdı. Fakat buna rağmen Darwinist medya, bu mükemmel fosili ara form ilan edip olay haline getirdi. Science Daily fosil için “olağandışı” açıklamasını yapıyordu. Sky News ise daha da ileri giderek fosili “dünyanın sekizinci harikası” ilan etmişti. Darwinist David Attenborough, “bu canlı bize diğer memelilerle olan bağlantımızı gösterecek” diyor ve ardından, “kayıp olduğu söylenen halka, artık kayıp değil” açıklamasını yapıyordu. Attenborough, bu ifadesiyle aslında açıkça, insanın hayali evrimine yıllardır kayıp halka olarak gösterilen kafataslarının geçersizliğini de bir bakıma kabul etmiş oluyordu. Yanıldığı nokta ise, mükemmel bir lemur fosilini insanın atası zannetmesiydi.

Darwinistlerin bazıları bile, bu yaygarayı garipsediler. Nature dergisinin baş editörü Darwinist Henry Gee, “kayıp halka” teriminin bu canlı için kullanılmasının yanıltıcı olacağını açık bir dille ifade etmişti. Ve bu açıklama haberin verildiği tüm Darwinist kaynaklarda belirtilmekteydi.

Bütün bu yaygaralar koparılırken, ortaya çıkan tablo tam olarak şu gerçeği tüm dünyaya gösteriyordu: DARWİNİSTLERİN ZAVALLILIĞINI. Durumlarının çaresiz olduğunun farkına varan Darwinistler, soyu tükenmiş mükemmel bir lemur fosilini alıp, “insanın atası” diyecek kadar zavallılaşmışlardır. Ida'nın bir "kayıp halka" olmadığı ve hiç bir ara form özelliği göstermediği Ağustos 2009 tarihli Scientific American dergisinde de itiraf edilmiştir.

OYSA GERÇEK ŞUDUR:
Dünyada yaşamış türlerin %90’ının soyu tükenmiştir. LEMURUN İSE 99 TÜRÜ VARDIR. Ve bu 99 türün 16’SININ SOYU TÜKENMİŞTİR. Yeni bulunan fosillerle de soyu tükenmiş lemur türlerinin sayısı artmaktadır. Pek çok tür ise tükenip kaybolmuştur.
Bulunan fosil IDA DA SOYU TÜKENİP KAYBOLAN LEMUR TÜRLERİNDEN BİRİDİR. Bu fosil, diğer bulunan soyu tükenmiş türler gibi HİÇBİR ARA FORM ÖZELLİĞİ GÖSTERMEMEKTEDİR, MÜKEMMEL BİR CANLIDIR. Ve bu, YARATILIŞ GERÇEĞİNİN EN BÜYÜK DELİLLERİNDEN BİRİDİR.
Darwinistler, hakkında bolca spekülasyon yaptıkları bu fosil ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasından korktukları için işte şu gerçeklere değinmemişlerdir:
1. Fosilin %95’i tamdır. Dolayısıyla canlının, iç organları dahil, tüm detaylarını inceleyebilmek mümkün olmuştur. ve canlı, türlere has değişkenlik gösteren birkaç detay dışında tüm özellikleriyleMÜKEMMEL BİR LEMUR TÜRÜDÜR.
2. Darwinist yayınlar, Ida’nın bükülebilen baş parmağının olduğunu ve bu özelliğin diğer memelilerden farklı ama insan ile aynı olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa bugün yaşayan lemurların da başparmakları bu şekildedir.
3. Aynı şekilde Darwinistler Ida’nın tırnaklarının olmasını da iddialarına delil olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa diğer primatların da tırnakları bulunmaktadır.
4. Darwinistler Ida’nın ayak bileği kemiğinin “insanınki ile aynı olduğunu” iddia etmişlerdir. Oysa canlının ayak yapısı insanınkinden tümüyle farklıdır. Ayaklardaki tek bir kemiğin benzetilerek diğer farklılıkların ihmal edilmesi, Darwinist propagandanın en bilindik yöntemidir.
5. Darwinistler günümüz lemurlarının aksine, fosilin çenesinin ön kısmında sık dişlerin bulunmadığını ve ayrıca tımar pençesinin olmadığını belirtmiş ve bunu iddialarına delil olarak göstermeye çalışmışlardır. Oysa canlının dişleri, maymun dişleri ile benzerlik göstermektedir. Tımar pençesinin olmaması ise türe has bir özelliktir. Bu özelliklerin, türlere has varyasyonlar barındıran soyu tükenmiş bir lemurda bulunmaması, bu canlının evrimleştiğinin delili değildir. Bu canlının “insanın hayali atası olduğunun” ise hiçbir şekilde delili değildir. Canlının dişleri de parmakları da mükemmeldir. Evrimleşmekte olan, yarı gelişmiş, eksik veya anormal bir özellik sergilememektedirler.
6. Fosil aslında 1983 yılında bulunmuştur. Ve bu büyük sansasyonun yapılması için tam 26 yıl beklenmiştir. Bu uzun bekleyişin sebebi, muhtemelen Darwinistlerin en ihtiyaç duydukları anda, tamamen çökmüş ve yıkılmış oldukları anda, fosilin spekülasyon malzemesi olarak kullanılacak olmasıdır. Fosil, herhangi bir lemur fosili olarak niteliğini korurken, birdenbire, Darwinistlerin en büyük buluşu haline getirilmiştir.

Darwinistlerin bu fosil üzerinde yaptıkları tüm spekülasyonlar, “bu özellik insana benziyor” gibi tümüyle bilimsellikten uzak bir mantığa dayanmaktadır. Canlılar elbette birbirlerine benzerlik gösterirler. Fakat bu sahte evrimin kanıtı değildir. Darwinistler benzerlikleri hayali evrimin delili olarak sunacaklarına, gerçek bir ara fosil getirmeli, canlıda gelişmekte olan eksik, yarı gelişmiş, anormal yapıları göstermelidirler. Ancak böyle bir şeyi yapabilmeleri imkansızdır. Çünkü bu lemur da, tüm diğer canlılar gibi, Yüce Rabbimiz tarafından yoktan ve mükemmel hali ile yaratılmıştır. Fosiller bunu kanıtlamaktadır.

Sonuç:
Ida, herhangi bir canlı fosilinin Darwinistler tarafından nasıl çarpıtılabileceğinin, sahtekarlık ve provokasyon ile İNSANIN ATASI OLARAK SUNULABİLECEĞİNİN en net örneğidir. Bu fosil hakkında koparılan yaygara, aynı zamanda uzun zamandır anlattığımız Darwinist propagandanın sahte temellerine yeni ve taze bir örnek olarak kendini göstermiştir. Darwinistler hala bir fosil hakkında yoğun propaganda yaptıkları zaman, insanları istedikleri gibi yönlendirebilecekleri, aldatabilecekleri yanılgısına devam etmektedirler. Oysa insanlar uzun zamandır kendilerine anlatılanlarla Darwinist propagandanın nasıl sahte yöntemlerle işlemekte olduğunu çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla “insanın atası” diye ortaya çıkarılan mükemmel bir lemur fosilinin, bu sahte propagandanın bir parçası olduğunu hemen anlamışlardır.
Ida ile ortaya çıkan sonuç, Darwinistlerin şiddetli bir çaresizlik yaşadıkları gerçeğidir. Yıllar boyunca “ara fosil” ilan ettikleri fosilleri sahte olduğu için birer birer literatürden çıkarmak zorunda kalan Darwinist bilim adamları, şu anda, pervasızca, yepyeni bir sahtekarlığın savunuculuğunu yapmaktadırlar. Darwinizm’e göre, trilyonlarca olması gereken ara formların ise BİR TANESİ BİLE YOKTUR.Bu sahtekarlığa artık kimse inanmamaktadır. Darwinistler, bu sapkın teorinin sonunun geldiğini, gömülüp gittiğini kabul etmek zorundadırlar.

kaynak: www.harunyahya.org

Friday, August 21, 2009

evrimcilerin sahtekarlıkları

Bilim tarihi her zaman çeşitli sahtekarlıklara sahne olmuştur. Bulduğu ilaçla kötürümleri yürüteceğini, saçsızlarda saç çıkaracağını iddia edenler, tüm hastalıkları iyi edeceğine halkı inandıran Mesmer ya da Rasputin gibi şarlatanlar.

Bu ünlü sahtekarların dışında zaman zaman gazetelere konu olan, başkasının tezini çalarak kariyer sahibi olmaya çalışmak gibi daha küçük çaplı sahtekarlıklar da vardır.

Ancak bilim tarihindeki sahtekarlıkların en büyükleri şüphesiz evrimcilere ait olanlardır. Evrimcilerin yaptıkları sahtekarlıkları diğerlerinden ayıran en önemli fark, evrimcilerin sahtekarlıklarının sistematik bir yapıya sahip olması ve kollektif hilelere, yanıltmalara, saptırmalara başvurmalarıdır. Bunlar, evrim teorisinin ortaya atılmasından bugüne kadar defalarca ve son derece profesyonelce düzenlenmiştir.

Bu yazıda evrimcilerin yapmış oldukları sahtekarlıklardan bazılarını inceleyeceğiz. Ama daha önce yanıtlanması gereken bir soru var: Neden Darwinizm'in tarihi böylesine sahtekarlıklarla doludur?

Çünkü evrim teorisini savunmanın başka herhangi bir yolu yoktur. Bilimsel bulgular evrimi çürüttüğüne göre geriye tek yol olarak sahtekarlıklara başvurmak kalır. Ya bulgular gizlenir veya imha edilir, ya da bunlar çarpıtılarak sanki evrim teorisini destekliyorlarmış gibi gösterilir. Halk bu konular hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı için de, bu sahte delillere bakarak, evrimi ispatlanmış bir teori zanneder. İşte tamamen dayanaksız olan evrim teorisini ayakta tutabilmek için yapılabilecek yagane çaba ancak bunlar olacaktır...

Evrimcilerin en önemli propaganda yöntemi: Rekonstrüksiyonlar, sahte ve hayali çizimler

Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusunda başarısız olsalar da, bir konuda oldukça başarılıdırlar: Propaganda Bu propagandanın en önemli unsuru ise "rekonstrüksiyon" adı verilen sahte çizimlerdir.

Rekonstrüksiyon "yeniden inşa" demektir ve sadece bir kemik parçası bulunmuş olan canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördüğünüz "maymun adam"ların her biri birer rekonstrüksiyondur.

Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar" derken bu gerçeği vurgular. İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri için amaç onları, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların geçmişte gerçekten yaşadığına inandırabilmektir.

Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten bu durumu şöyle açıklar:

"Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir."

Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir.

Fosillerin taraflı yorumlanması ya da hayali rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yoğun biçimde başvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar, evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı somut sahtekarlıklarla karşılaştırıldıklarında, yine de çok sıradan kalmaktadırlar.

Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri "üretmek" olmuştur.

Evrim teorisini desteklemek uğruna yapılan bu tüm bu bilimsel sahtekarlıklar ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir. Her ideolojinin olduğu gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler. Ya da teoriye o denli dogmatik bir biçimde bağlanmışlardır ki, ellerine geçen her bulguyu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kanıtı olarak algılamaktadırlar. Bu kuşkusuz bilim adına üzücü bir tablodur; çünkü bilim dünyasının temelsiz bir dogma uğruna yanlış yönlendirildiğini gösterir.

İskandinav bilim adamı Søren Løvtrup ise Darwinism: The Refutation of a Myth adlı kitabında bu konuda şöyle demektedir:

"Sanırım herkes, bir bilim dalının tamamının yanlış bir teoriye bağımlı hale gelmesinin çok büyük bir şanssızlık olacağını kabul edecektir. Ancak biyolojide yaşanan şey tam da budur: Uzun bir zamandır insanlar evrimsel konuları Darwinistik kavramlarla tartışıyor, "adaptasyon", "seleksiyon basıncı" ya da "doğal seleksiyon" gibi kavramlarla. Sonra da bu tartışmalarla doğal olayların açıklanmasına katkıda bulunduklarını sanıyorlar. Ama gerçekte hiçbir katkı sağlamıyorlar... İnanıyorum ki, Darwinizm efsanesi bir gün bilim tarihindeki en büyük aldanış olarak tanımlanacaktır."

DARWİNİSTLER KENDİ UYDURDUKLARI İNSANIN HAYALİ ATASINA ISRARLA ''MAYMUN'' DENMESİNİ İSTEMİYORLAR

Darwinistler kendi uydurdukları insanın hayali atasına ısrarla “MAYMUN” denmesini istemiyorlar. Darwinistlerin insanın hayali atası olarak iddia ettikleri, kendi hayallerindeki uydurma varlıklara biz bundan sonra maymun demeyeceğiz. Uygun görürlerse aşağıdaki isimlerle hitab edeceğiz. Eğer memnun kalmazlarsa bu isimleri de değiştirebiliriz. Ama beğeneceklerini umuyoruz:









simdi de doğal seleksiyon

Doğal seleksiyon, doğada daimi bir yaşam mücadelesi olduğu ve bu mücadelede hayatta kalanların hep "güçlü ve doğal şartlara uygun" canllar olacağ varsayımına dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlarn tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde, doğal olarak hızlıl kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır. Doğal olarak da bir süre sonra bu geyik sürüsü hızlı koşabilen geyiklerden ibaret hale gelecektir.

Dikkat edilirse bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir başka canlı türüne dönüştürmez. Zayf geyikler elenir, güçlüler hayatta kalır; sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir değişiklik olmadğ için bir "tür değişimi" gerçekleşmez. Geyikler ne kadar seleksiyona uğrarlarsa uğrasınlar, geyik olarak yaşamaya devam ederler.

Geyik örneği tüm türler için geçerlidir. Doğal seleksiyon vasıtasıyla sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarna uymayan bireylerin ayıklanmasına vesile olur; yeni canl türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çkmaz. Yani doğal seleksiyon vasıtasıyla canlılar evrimleşmez. Darwin bu gerçeği "faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" diyerek kabul etmiştir.

Doğal seleksiyon, Darwin'den önceki biyologlar tarafndan da bilinen, ancak "türlerin bozulmadan sabit kalmalarn sağlayan bir mekanizma" olarak tanmlanan bir doğal süreçtir. İlk kez Darwin, bu sürecin evrimleştirici bir gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de bu iddiaya dayandırmştır. Kitabına verdiği isim, doğal seleksiyonun Darwin'in teorisinin temeli olduğunu gösterir: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla"

Günümüzün en ünlü evrimcilerinden Stephen Jay Gould Darwinizm'in bu büyük yanlgısı hakkında şunlar söyler:

Darwinizm'in özü tek bir cümleye dayanır: Doğal seleksiyon evrimsel değişimde yaratıcı güçtür. Kimse doğal seleksiyonun zayf olanın elenmesindeki rolünü inkar etmez. Ancak Darwin teorisi doğal seleksiyonun uygun olan yaratmasını da istemektedir.

Evrimci C. Loring Brace, American Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, Darwinizm'in bilimsel bulgular tarafndan reddedildiğini ve doğal seleksiyonu da türleri oluşturan bir mekanizma olarak göremeyeceğimizi şöyle açklar:

American Scientist okuyucular, biyolojinin büyük bir kısmının ve paleontolojinin tamamnın Darwin'in organik evrim hakkndaki görüşlerini reddettiğini fark etmiyor olabilirler. Doğal seleksiyon sadece "ince ayar" olarak görüldüğü için reddediliyor, adaptasyon ise pratikte kesinlikle geçerli görülmüyor.